GEÇİCİLİĞİN İÇİNDEKİ GERÇEK AMAÇ...

GEÇİCİLİĞİN İÇİNDEKİ GERÇEK AMAÇ...>
Gündelik işlerin arasında nasıl da geçivermişti zaman… Yorgun yüzündeki çizgiler, ellerindeki nasır ve gözlerindeki hüzün zamanın görünen izleriydi. Peki ya görünmeyenler? Görünmeden geçen dakikalar, saatler, yıllar… Yani ömrün… Yani en büyük sermayen… Sana çok iyi değerlendir diye verilmiş ve hiç değerlendiremediğin o servet... Nasıl da geçivermişti değil mi? Acıyla bakar albümdeki soluk ve eski resimlerine insan. Ahh nasıl da geçivermişti gençlik, hem de hiç geçmeyecek zannederken… O yıllar neredeydi şimdi? Yürek yakan o şen kahkahaların, çapkın bakışların neredeydi? Hani çok güzeldin ya… Ya da çok yakışıklı… Hiç gitmeyecek gibi geliyordu ya güzellik, hani hiç değişmeyecek gibi… Ama değişmişti işte hem de çok… Her fotoğraf ve hatta vücudundaki her zerre bunu anlatıyordu. Görüyordun zamanın ve geçiciliğin sendeki izlerini, her ne kadar kabul etmesen de. Gelip geçivermişti ömür, bir bakışlık göz açıp kapama ya da tek nefeslik bir an gibi…

Elde ne vardı peki? Hiç… Koca bir hiç… Koşturmuş, uğraşmış, çabalamış ama elde koca bir hiç vardı. Evlilikler, düğünler, doğumlar, okullar, işler, çocuklar, hastalıklar, dargınlıklar… Bütün o dünyevi koşuşturmalar yani… Nasıl da oyalamıştı seni, nasıl da yormuştu. Ah ne acıydı bu gerçekle yüzleşmek.. Ama BİR FANİNİN ÖLÜMÜ UNUTMASIYDI ASLINDA TÜM ÖYKÜ...

Çünkü unutmuştun ki ölümü, geçici olduğu yerde kalıcı gibi yaşamaya başlamıştın, ey insan! Peki bunlar mıydı gerçek amacın, sadece bunlar için mi yaratılmıştın sen yani? Olamazdı, geçici olduğun bir dünyada evler, arabalar, arsalar almak, büyük ihalelere girmek, büyük işler kurmak, evlenmek, çocuk doğurmak için yaratılmış olamazdın. Ya da birisinin karısı, birisinin kocası, birisinin annesi, şirketin en iyi elemanı, tüm madalya ve kupaları kapan bir sporcu, Nobel alan bir fizikçi, dünyanın en iyi profesörü olmak olamazdı gerçek amacın. Evet elbette, bunlar güzeldi ve insanlık için faydalıysa iyiydi. Ama sen kalıcı değildin ki…

Ve öldüğünde götüremeyecektin ki bunları. Evlenmek için çok uğraştın, karını, çocuğunu, lebi derya olan o ihtişamlı yalını, genç ve güzel sevgilini, aldığın yüzlerce kupayı, masana koyduğun ödüllerini ve duvarına astığın madalyalarını, spor arabanı, binlerce dönümlük arazini, şirketlerini, hiç birini hiç birini götüremeyecektin ki!

Gençliğini, güzelliğini bile muhafaza edemezken bunları nasıl muhafaza edecektin? Yani aslında gerçekte hiç sahip olamamıştın ve olamayacaktın ki onlara… Eğer giderken götüremiyorsan… Ve eğer götüremiyorsan da senin değildi ki hiçbir şey… Sonsuz değildi ki, sınırlıydı bu dünyada onlar da tıpkı senin gibi… Ve sen gidince senle gelemeyecek, bir başkasına kalacaktı. Seninle gelemeyecek olan nasıl senin olabilirdi? Ama işte sen tüm bunların peşinde koşarken unutmuştun gerçek amacını.

Ve unutmuştun, niye yaratıldığını, niye var olduğunu… Unutmuştun, her şeyin geçici olduğunu. Onları amacın sanmış, geçici olan şu dünyada kalıcı gibi yaşamaya çalışmıştın. Ve bunları elde edince başardım sanmıştın. Başarı bu muydu gerçekten? Amaç bu muydu? Aslında hiç sahip olamadığın şeylerin peşinde koşturmak, ömür sermayeni burada harcamak mıydı yani? Yazık ki ne yazık, sonsuz kere yazık, bana yazık, sana yazık, bize yazık… Gerçek amacını unutan insana yazık. Nasıl ziyan etmişti ömrünü amacından sapan insan, gerçeği kaybeden insan, geçiciliği unutan insan...

Evet, her şey geçiciydi. Bildiğini sandığın bu gerçeği ilk defa bu kadar derinden hissediyor ve gerçekten idrak ediyorsun belki de. İnsanın bu hayatta seçimler yaparak nasıl da yol aldığını düşün. İnsan sadece seçim yapıyordu hayatta, başarıdan başarıya koştuğunu sanırken… Her anında, devam ediyor seçim. Ama eğer bilmiyorsa neyi niçin seçtiğini ve bilmiyorsa gerçek başarıyı, gerçek amacını; BİR YORGUNLUKTU TÜM ÖMRÜ, ‘SADECE BİR YORGUNLUK’…

Hele de irdelemeden yaptıysa bu seçimleri, Hele de ayıramadıysa doğruyu yanlıştan, Ayıramadıysa faydayı zarardan, iyiyi kötüden… İşte o zaman boşa geçmiş bir ömür ve beyhude bir yorgunluktu tüm yaşamının özeti. Ziyan olmuş bir akışın içinde bilinçsiz ve idraksız akmış gitmişti. Yani yol almamış, sürüklenmişti sadece. Hani o “deryanın içinde olup deryayı bilmeyen balık” misali bilemezdi niye yaşadığını, niye yaratıldığını... Geçicilikteki gerçek amacını anlayıp ona yön veremeyince ve onu yönetemeyince. Kalıcı gibi davranıp sahte amaçlar tarafından yön verilen ve yönetilen olmuştu… Gözleri var, bakan ama görmeyen… Gerçeğe kör. Kulakları var, duyan ama anlamayan… Gerçeğe sağır olmuştu. Hayatı gelmiş ve geçmişti öylesine... Çünkü geçiciydi her şey… Ama sen farkında dahi olmamıştın gerçek amacının, Gafletin derin kuyusunda kör, sağır, dilsiz yaşarken…

Peki boşa geçirilmemesi gereken bu hayatta eyvah dememek için yapılması gereken neydi? Neydi, düştükçe düştüğün dipsiz gaflet çukurundan seni çıkaracak olan? Neydi gerçek amaç, gerçek hedef, yaşam amacın, yaratılış amacın neydi, ey insan? Neydi, hiçbir şeyi götüremediğin şu dünyadan giderken seni kalıcı yapacak olan? Düşünüp bulsan keşke, Akletmen ve algılaman için verilen tüm donanımınla.

Amacını ve yaratılış sebebini bul! Gerçek amaca ve hedefe ulaşmak için çabala! Çünkü, her şeyin bir amacı var, her şeyin bir yaratılma sebebi var. Yerdeki karıncadan, denizdeki kuma kadar… Sen de bul geçiciliğin içindeki gerçek amacını! Ve sonra o amaç için hedeflerine yönel, Ve sonra hedefin için bedellerine yönel, Ve sonra çabala ve sonra mücadele et, Ve en küçükle başla ama başla, yeter ki başla, geçmesin ömrün boşa… Gerçek amaç, gerçek hedef, gerçek çaba ve bedellerin… Kaderindeki çizgileri değiştirecek olan bunlar. Seni kazançlı kılacak olan bunlar. Seni sakinleştirecek, seni mutmain kılacak olan bunlar. O zaman sadece bir yorgunluk olmaktan çıkacak ömrün... Nihai amaç için sebeplerine sarıl ki yoruluyorsan da gerçek amaç için yorul. Unutma, sebepler değişirse sonuç değişir! Ve sen sadece sebeplerden sorumlusun ey insan!

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tek Olmak Yalnız Olmak Demek Değildir Oysa!

KADER AĞLARINI ÖRÜYOR...