DENEYİM NEDEN ÖNEMLİ?
Kadın önündeki kahve fincanına dikkatle bakıyordu.
Uzun, ince parmakları ile fincanı sıkı sıkıya kavramıştı.
Kendisi de parmakları gibi uzun ve inceydi.
Küçücük fincanın üzerine eğilince vücudu neredeyse bir soru işaretini şeklini alıyordu.
Zaten dalıp gitmesinin sebebi de kafasındaki sorulardı.
Soruların cevapları sanki fincanın içinde, yarım saattir içemediği için soğuyan kahvenin yüzeyinde yazıyordu. Onu dışarıdan gören kahve fincanında bu kadar merak edecek ne var diye düşünebilirdi. O ise etrafındaki insanların, oturduğu kafenin farkında bile değildi. Halbuki cam kenarında, güzel manzarası olan bir masada oturuyordu. Kafasını kaldırsa denizi, uzaktaki ağaçları görebilecekti. Etrafında bu kadar güzellik olmasına rağmen o hala kafasını kaldırmadan fincana bakıyordu. Dalıp gitmişti. Sadece manzaranın değil, kafedeki diğer insanların da farkında değildi. O tek başına oturuyordu ama diğer masalar kalabalıktı. Garson yanına yanaşıp başka bir şey isteyip istemediğini sorduğunda irkildi. Kahvenin içindeki dünyasından ayrılmak zorunda kalmıştı. Garson da onu rahatsız ettiği için üzülmüştü. Yüzünde zoraki bir tebessümle “sorun değil iyi oldu” dedi, peki ne içecekti. Kahvesini içemeden soğutmuştu, acaba yeni bir tane alabilir miydi? İlk kez gördüğü bu müşteriyi sevmişti garson, “Ne rahat” diye geçirdi içinden “bir sade kahve ver ve yarım saat uğramama gerek yok bu masaya, acaba bahşiş bırakır mı!” Bu arada kadının önündeki fincanı da almıştı. Fincanı o uzun parmaklardan koparmak biraz zor olmuştu ama “yenisini getireceğim hemen” diyerek alabilmişti.
Kahve de elinden gidince Ece kafasını kaldırmak zorunda kaldı. O zaman etrafındaki insanları, kafenin bir manzarası olduğunu farketti. Hatta kafenin içi de çok güzel döşenmişti. Yüksek tavanlı bir mekandı ki bu da ortamın çok rahat olmasını sağlıyordu. Duvarlarda genelde olan kocaman fotoğraflar yerine gerçek suluboya tablolar vardı. Bazı yerlerde masalar, bazı yerlerde koltuklar, hatta bir kanepe bile vardı, iki de kütüphane. Aslında mekan neredeyse bir ev rahatlığında döşenmişti. Bu kadar keyifsiz olmasa mekanın tadını daha çok çıkarabilecekti.
Kahve her şeyi çözer mi?
Ortamın bu kadar kalabalık olmasına şaşırdı. Sonuçta insanların işten çıkıp eve gittikleri bir saatti. “Neden bu insanlar burada oyalanıyorlar?” diye geçirdi içinden. Kendisi genelde bu saatlerde işten çıkmış evinin yolunu tutmuş olurdu. “Hadi ben eve gitmek istemiyorum da buradayım, bütün bu insanlar neden burada?” O sırada Murat kahvesini getirdi. Hayır garsonu tabii ki tanımıyordu, buraya ilk kez gelmişti. Adamın adı gülen bir suratla beraber yakasında yazıyordu. Murat’ın da yüzü gülüyordu. “acaba benim yüzüm nasıl” diye düşündü. “Ben de eskiden gülüyordum” ama içten gülmeyeli uzun zaman olmuştu. Biberonunu tekrar ele geçirmiş bir bebek gibi hemen fincana sarıldı. “Belki de Murat bu halime gülüyordur, hayır bir de içsem canım yanmayacak” dedi içinden. Aklında bir yerlerde okuduğu bir laf kalmıştı; “kahve her şeyi çözer” “Bu bizim buraların bir lafı olamaz, kesin başka bir milletten arakladık bunu”
Hadi onun gidecek bir yeri, ya da bekleyeni yoktu da gerçekten bu kadar insan burada ne yapıyor diye düşünerek bu defa manzaraya döndü. Manzaraya bakmak simsiyah kahveye bakmaktan daha iyi geldi. Camdan gördükleri gerçekten güzeldi, denizi, martıları ve uzakta ağaçları bile görebiliyordu. Mavi ve yeşil bir arada bu şehir için bulunması zor bir kombinasyondu. Bu kadar güzel bir yerde, normalde her şeyi nispeten çözdüğü, rahat edeceği bir yaşta olmasına rağmen neden bu kadar kasvetli bir hali vardı peki. Annemi bile suçlayamazken…
“Kendim ettim kendim buldum” diye fısıldadı, suçu atacak kimse yoktu. Annesini bile suçlayamıyordu ki genelde onunla tecrübelerini paylaşmıyor diye annesini suçlardı. Ailesi, arkadaşları çok uyarmıştı onu ama o kimsenin lafını dinlememişti. “Kaç yaşında insanım, özgürüm ben özgür. Kiminle evleneceğimi kendim seçerim.” diye de söylenmişti. “Al işte çok da güzel seçtim” dedi içinden. Annesi ima etmeyi bir kenara bırakıp açık açık söylemişti, “kızım bu adam sana göre değil, yapamazsın sen bu adamla” diye ama o annesini ciddiye almamıştı. Hatta film replikleri gibi konuşuyorsun deyip bir de üstüne dalga geçmişti. Kadının altmış yıllık evlilik tecrübesini bir kalemde çöpe atmıştı. Halbuki o kadar deneyimi vardı annesinin bu konuda. Seksen yıllık hayatında evet belki bir kez evlenmişti ama hem kendi hayatından hem de başkalarının hayatından çok deneyim çıkarırdı annesi. Babası insanların genelde fikir danıştıkları bir insan olduğu için derdi olan onların evine gelirdi. Çocukların salonda oturmasına izin vermezlerdi o zamanlar. “Keşke o zamanlar anlatılanları daha can kulağı ile dinleseydim” dedi kendi kendine. Sonra da söylediğine kendisi güldü.
Bırak başkalarını, kendi hayatından bile deneyim çıkarmamıştı ki. Bu ilk evliliği değildi ki hadi toyduk, bilmiyordum filan deyip kurtarsın. Kendi annesinin, en yakın arkadaşlarının deneyimlerinden bile faydalanmamıştı. Çocukluğunda duyduğu hikayelerden mi deneyim transferi yapacaktı! Neredeyse sesli güldü. “Neyse, en azından kendime hala gülebiliyorum, umut var”. Bırakın ben yapacağım!
Bu yeni bir şey değildi aslında onun hayatında. Çocukluğunda da her şeyi kendisi yapmak ister, her şeyi kendisi denemek isterdi. Aslında bu Ece’ye özgü bir durum değildi. Çoğumuz kendimiz deneyerek öğrenmek isteriz ama işte her şey ayakkabı bağlamayı öğrenmeye benzemiyor. Ufak tefek şeyler de neyse de insan onları kendisi deneyip işe yarayıp yaramadığını öğreniyor. Ayakkabını yanlış bağladın, dert değil, açıp bir daha bağlarız. Pantolonu ters giydin, problem yok beş dakikada düzeltilir. Yanlış yola saptın, hadi yarım saat kaybettin. Bunlarda o kadar sıkıntı yok ama insanın hayatının akışını uzun süreli etkileyen seçimler de var. Okul seçeceğiz, üniversitede hangi bölümde okunacak. Bu uzun vadeli sonuçları olan bir karar. Buradan da dönülür de dönmesi zaman alıyor. Sınava hazırlandık girdik en az bir sene. Ne zaman okuduğu bölümün insan kendisine göre olmadığını anlar? Bazen birinci yılda, bazen mezun olup da çalışmaya başladığında. İlk yıl anladık desek bile, bir yılı okuduk, ayrıldık, tekrar bir yıl daha hazırlandık, üç sene gitti.
Uzun vadeli ya da geri dönüşü maliyetli konularda kendi tecrübelerimizden ama daha da önemlisi başkalarının deneyimlerinden faydalanmak önemli. Bu bizim hayatta daha konforlu ilerlememizi sağlamaz mı? İnsanın kendi yaşadıklarının sonuçlarını değerlendirip ders çıkarması gelecekte atacağı adımlarda ona rahatlık sağlar. Evlendik, boşandık, tamam peki bu evlilikte ya da bizi buraya getiren süreçte neleri iyi yaptık, nelerde hata yaptık. Bir işe girdik, o işten ayrıldık, tamam şimdi neler oldu, neden oldu, bunları sorma zamanı. Ece de eğer ilk evliliğindeki süreci oturup değerlendirseydi ikinci de benzer sorunlarla karşılaşmayı engelleyebilirdi. İlk eşini seçerken de ailesinin uyarılarını dinlememişti. Yaşam tarzı ondan çok farklı ama çok eğlenceli bir adamla evlenmişti. O zaman da annesinin onu uyardığı her şey tek tek olmuştu.
Peki kimin deneyimlerinden faydalanacağız?
Biz hayatta attığımız her adımı daha mutlu, daha başarılı olmak için atıyoruz. Kimse bile bile “dur ben şu işe gireyim de hayatımı karartayım” demez. “Şu insanla evleneyim de sonra dert değil sürüne sürüne boşanırım.” Kim der bunu? Bunu demememize rağmen bazen yaptığımız seçimler bizi bu noktaya getirebiliyor. İşte o zaman seçimleri yapmadan, daha önce bu yollardan geçmiş birilerine sormakta fayda var. Yaşadığımız şeyler, hayatın bize sorduğu sorular ilk kez bize soruluyor olamaz. Peki kime soracağız, kimin deneyimlerinden faydalanacağız? O konuda başarılı olmuş, hayatında yaptığı seçimlerde mutlu olmuş, olumluya doğru giden insanlara... Daha önce benzer bir damdan düşmüş ve ayağa kalkmış olanlara.
Yol o kadar da bozuk değilmiş…
Neden dünyada bize verilmiş kısıtlı süreyi sürekli düşüp kalkarak, yaralarımızı sararak, kırık bacaklarımızın iyileşmesini bekleyerek geçirelim? Hayat bunları yapmak için çok kısa. Her günümüzü dünümüzden daha mutlu, başarılı olacak seçimleri yaparak geçirmek daha keyifli olmaz mı? Benden önce o yolda yürümüş insanlar var zaten, ilk kez ben geçmiyorum oradan. Benden önce milyonlarca insan da benzer problemler yaşadı. Onlara da benzer sorular soruldu. O yolda yürürken düşmüş, kalkmış, düşmüş ama kalkamamış ya da düşmeden geçmiş birileri var zaten. Onların hayatlarına, yaptıklarına, yapmadıklarına baktığımda, deneyim transferi yaptığımda o yolu daha rahat geçiyorum. Bu düşmüş, kalkamamış ya da geri dönmüş, neden geri dönmüş, neden kalkamamış? Kalkıp yola devam eden nasıl etmiş? Bu soruya doğru cevap veren nasıl vermiş? Yanlış cevap veren nerede hata yapmış? İşte bunlara baktığımda, hayat aslında o kadar da karmaşık, öngörülemez olmuyor. O zaman önümdeki dallar açılıyor, sis kalkıyor. Başında taşlı, engebeli gibi gözüken patika aslında asfalt bir yola dönüşüveriyor.
Hiç mi düşmeyeceğiz? Tabii ki düşeceğiz ama bacağı kırıp 3 ay yatmak var, bir de pantolondaki tozu silkeleyip, yarayı temizleyip, yürümeye devam etmek var. Aslında yapmam gereken hem kendi hayatımdan hem de etrafımdaki insanların hayatından ders çıkarmak. Test sorularına verilmiş cevapları devamlı cevap anahtarı ile kontrol ederek ilerlemek.
Hayatta mutlu ve başarılı olan insanlar sadece kendi deneyimlerinden değil başkalarının deneyimlerinden de faydalananlardır. Onlardan biri olmamız dileğiyle...
Uzun, ince parmakları ile fincanı sıkı sıkıya kavramıştı.
Kendisi de parmakları gibi uzun ve inceydi.
Küçücük fincanın üzerine eğilince vücudu neredeyse bir soru işaretini şeklini alıyordu.
Zaten dalıp gitmesinin sebebi de kafasındaki sorulardı.
Soruların cevapları sanki fincanın içinde, yarım saattir içemediği için soğuyan kahvenin yüzeyinde yazıyordu. Onu dışarıdan gören kahve fincanında bu kadar merak edecek ne var diye düşünebilirdi. O ise etrafındaki insanların, oturduğu kafenin farkında bile değildi. Halbuki cam kenarında, güzel manzarası olan bir masada oturuyordu. Kafasını kaldırsa denizi, uzaktaki ağaçları görebilecekti. Etrafında bu kadar güzellik olmasına rağmen o hala kafasını kaldırmadan fincana bakıyordu. Dalıp gitmişti. Sadece manzaranın değil, kafedeki diğer insanların da farkında değildi. O tek başına oturuyordu ama diğer masalar kalabalıktı. Garson yanına yanaşıp başka bir şey isteyip istemediğini sorduğunda irkildi. Kahvenin içindeki dünyasından ayrılmak zorunda kalmıştı. Garson da onu rahatsız ettiği için üzülmüştü. Yüzünde zoraki bir tebessümle “sorun değil iyi oldu” dedi, peki ne içecekti. Kahvesini içemeden soğutmuştu, acaba yeni bir tane alabilir miydi? İlk kez gördüğü bu müşteriyi sevmişti garson, “Ne rahat” diye geçirdi içinden “bir sade kahve ver ve yarım saat uğramama gerek yok bu masaya, acaba bahşiş bırakır mı!” Bu arada kadının önündeki fincanı da almıştı. Fincanı o uzun parmaklardan koparmak biraz zor olmuştu ama “yenisini getireceğim hemen” diyerek alabilmişti.
Kahve de elinden gidince Ece kafasını kaldırmak zorunda kaldı. O zaman etrafındaki insanları, kafenin bir manzarası olduğunu farketti. Hatta kafenin içi de çok güzel döşenmişti. Yüksek tavanlı bir mekandı ki bu da ortamın çok rahat olmasını sağlıyordu. Duvarlarda genelde olan kocaman fotoğraflar yerine gerçek suluboya tablolar vardı. Bazı yerlerde masalar, bazı yerlerde koltuklar, hatta bir kanepe bile vardı, iki de kütüphane. Aslında mekan neredeyse bir ev rahatlığında döşenmişti. Bu kadar keyifsiz olmasa mekanın tadını daha çok çıkarabilecekti.
Kahve her şeyi çözer mi?
Ortamın bu kadar kalabalık olmasına şaşırdı. Sonuçta insanların işten çıkıp eve gittikleri bir saatti. “Neden bu insanlar burada oyalanıyorlar?” diye geçirdi içinden. Kendisi genelde bu saatlerde işten çıkmış evinin yolunu tutmuş olurdu. “Hadi ben eve gitmek istemiyorum da buradayım, bütün bu insanlar neden burada?” O sırada Murat kahvesini getirdi. Hayır garsonu tabii ki tanımıyordu, buraya ilk kez gelmişti. Adamın adı gülen bir suratla beraber yakasında yazıyordu. Murat’ın da yüzü gülüyordu. “acaba benim yüzüm nasıl” diye düşündü. “Ben de eskiden gülüyordum” ama içten gülmeyeli uzun zaman olmuştu. Biberonunu tekrar ele geçirmiş bir bebek gibi hemen fincana sarıldı. “Belki de Murat bu halime gülüyordur, hayır bir de içsem canım yanmayacak” dedi içinden. Aklında bir yerlerde okuduğu bir laf kalmıştı; “kahve her şeyi çözer” “Bu bizim buraların bir lafı olamaz, kesin başka bir milletten arakladık bunu”
Hadi onun gidecek bir yeri, ya da bekleyeni yoktu da gerçekten bu kadar insan burada ne yapıyor diye düşünerek bu defa manzaraya döndü. Manzaraya bakmak simsiyah kahveye bakmaktan daha iyi geldi. Camdan gördükleri gerçekten güzeldi, denizi, martıları ve uzakta ağaçları bile görebiliyordu. Mavi ve yeşil bir arada bu şehir için bulunması zor bir kombinasyondu. Bu kadar güzel bir yerde, normalde her şeyi nispeten çözdüğü, rahat edeceği bir yaşta olmasına rağmen neden bu kadar kasvetli bir hali vardı peki. Annemi bile suçlayamazken…
“Kendim ettim kendim buldum” diye fısıldadı, suçu atacak kimse yoktu. Annesini bile suçlayamıyordu ki genelde onunla tecrübelerini paylaşmıyor diye annesini suçlardı. Ailesi, arkadaşları çok uyarmıştı onu ama o kimsenin lafını dinlememişti. “Kaç yaşında insanım, özgürüm ben özgür. Kiminle evleneceğimi kendim seçerim.” diye de söylenmişti. “Al işte çok da güzel seçtim” dedi içinden. Annesi ima etmeyi bir kenara bırakıp açık açık söylemişti, “kızım bu adam sana göre değil, yapamazsın sen bu adamla” diye ama o annesini ciddiye almamıştı. Hatta film replikleri gibi konuşuyorsun deyip bir de üstüne dalga geçmişti. Kadının altmış yıllık evlilik tecrübesini bir kalemde çöpe atmıştı. Halbuki o kadar deneyimi vardı annesinin bu konuda. Seksen yıllık hayatında evet belki bir kez evlenmişti ama hem kendi hayatından hem de başkalarının hayatından çok deneyim çıkarırdı annesi. Babası insanların genelde fikir danıştıkları bir insan olduğu için derdi olan onların evine gelirdi. Çocukların salonda oturmasına izin vermezlerdi o zamanlar. “Keşke o zamanlar anlatılanları daha can kulağı ile dinleseydim” dedi kendi kendine. Sonra da söylediğine kendisi güldü.
Bırak başkalarını, kendi hayatından bile deneyim çıkarmamıştı ki. Bu ilk evliliği değildi ki hadi toyduk, bilmiyordum filan deyip kurtarsın. Kendi annesinin, en yakın arkadaşlarının deneyimlerinden bile faydalanmamıştı. Çocukluğunda duyduğu hikayelerden mi deneyim transferi yapacaktı! Neredeyse sesli güldü. “Neyse, en azından kendime hala gülebiliyorum, umut var”. Bırakın ben yapacağım!
Bu yeni bir şey değildi aslında onun hayatında. Çocukluğunda da her şeyi kendisi yapmak ister, her şeyi kendisi denemek isterdi. Aslında bu Ece’ye özgü bir durum değildi. Çoğumuz kendimiz deneyerek öğrenmek isteriz ama işte her şey ayakkabı bağlamayı öğrenmeye benzemiyor. Ufak tefek şeyler de neyse de insan onları kendisi deneyip işe yarayıp yaramadığını öğreniyor. Ayakkabını yanlış bağladın, dert değil, açıp bir daha bağlarız. Pantolonu ters giydin, problem yok beş dakikada düzeltilir. Yanlış yola saptın, hadi yarım saat kaybettin. Bunlarda o kadar sıkıntı yok ama insanın hayatının akışını uzun süreli etkileyen seçimler de var. Okul seçeceğiz, üniversitede hangi bölümde okunacak. Bu uzun vadeli sonuçları olan bir karar. Buradan da dönülür de dönmesi zaman alıyor. Sınava hazırlandık girdik en az bir sene. Ne zaman okuduğu bölümün insan kendisine göre olmadığını anlar? Bazen birinci yılda, bazen mezun olup da çalışmaya başladığında. İlk yıl anladık desek bile, bir yılı okuduk, ayrıldık, tekrar bir yıl daha hazırlandık, üç sene gitti.
Uzun vadeli ya da geri dönüşü maliyetli konularda kendi tecrübelerimizden ama daha da önemlisi başkalarının deneyimlerinden faydalanmak önemli. Bu bizim hayatta daha konforlu ilerlememizi sağlamaz mı? İnsanın kendi yaşadıklarının sonuçlarını değerlendirip ders çıkarması gelecekte atacağı adımlarda ona rahatlık sağlar. Evlendik, boşandık, tamam peki bu evlilikte ya da bizi buraya getiren süreçte neleri iyi yaptık, nelerde hata yaptık. Bir işe girdik, o işten ayrıldık, tamam şimdi neler oldu, neden oldu, bunları sorma zamanı. Ece de eğer ilk evliliğindeki süreci oturup değerlendirseydi ikinci de benzer sorunlarla karşılaşmayı engelleyebilirdi. İlk eşini seçerken de ailesinin uyarılarını dinlememişti. Yaşam tarzı ondan çok farklı ama çok eğlenceli bir adamla evlenmişti. O zaman da annesinin onu uyardığı her şey tek tek olmuştu.
Peki kimin deneyimlerinden faydalanacağız?
Biz hayatta attığımız her adımı daha mutlu, daha başarılı olmak için atıyoruz. Kimse bile bile “dur ben şu işe gireyim de hayatımı karartayım” demez. “Şu insanla evleneyim de sonra dert değil sürüne sürüne boşanırım.” Kim der bunu? Bunu demememize rağmen bazen yaptığımız seçimler bizi bu noktaya getirebiliyor. İşte o zaman seçimleri yapmadan, daha önce bu yollardan geçmiş birilerine sormakta fayda var. Yaşadığımız şeyler, hayatın bize sorduğu sorular ilk kez bize soruluyor olamaz. Peki kime soracağız, kimin deneyimlerinden faydalanacağız? O konuda başarılı olmuş, hayatında yaptığı seçimlerde mutlu olmuş, olumluya doğru giden insanlara... Daha önce benzer bir damdan düşmüş ve ayağa kalkmış olanlara.
Yol o kadar da bozuk değilmiş…
Neden dünyada bize verilmiş kısıtlı süreyi sürekli düşüp kalkarak, yaralarımızı sararak, kırık bacaklarımızın iyileşmesini bekleyerek geçirelim? Hayat bunları yapmak için çok kısa. Her günümüzü dünümüzden daha mutlu, başarılı olacak seçimleri yaparak geçirmek daha keyifli olmaz mı? Benden önce o yolda yürümüş insanlar var zaten, ilk kez ben geçmiyorum oradan. Benden önce milyonlarca insan da benzer problemler yaşadı. Onlara da benzer sorular soruldu. O yolda yürürken düşmüş, kalkmış, düşmüş ama kalkamamış ya da düşmeden geçmiş birileri var zaten. Onların hayatlarına, yaptıklarına, yapmadıklarına baktığımda, deneyim transferi yaptığımda o yolu daha rahat geçiyorum. Bu düşmüş, kalkamamış ya da geri dönmüş, neden geri dönmüş, neden kalkamamış? Kalkıp yola devam eden nasıl etmiş? Bu soruya doğru cevap veren nasıl vermiş? Yanlış cevap veren nerede hata yapmış? İşte bunlara baktığımda, hayat aslında o kadar da karmaşık, öngörülemez olmuyor. O zaman önümdeki dallar açılıyor, sis kalkıyor. Başında taşlı, engebeli gibi gözüken patika aslında asfalt bir yola dönüşüveriyor.
Hiç mi düşmeyeceğiz? Tabii ki düşeceğiz ama bacağı kırıp 3 ay yatmak var, bir de pantolondaki tozu silkeleyip, yarayı temizleyip, yürümeye devam etmek var. Aslında yapmam gereken hem kendi hayatımdan hem de etrafımdaki insanların hayatından ders çıkarmak. Test sorularına verilmiş cevapları devamlı cevap anahtarı ile kontrol ederek ilerlemek.
Hayatta mutlu ve başarılı olan insanlar sadece kendi deneyimlerinden değil başkalarının deneyimlerinden de faydalananlardır. Onlardan biri olmamız dileğiyle...
Yorumlar
Yorum Gönder