KELEPÇELER


İnsan!
Ayakları yere değip, başı yukarıda olduğu için dünyayı 360 derece görebilen insan!
Her yere dönebildiği, bakıp görebildiği için kendini özgür sanan insan!
Bedeniyle istediği her hareketi yapabildiği için zihniyle de her şeyi yapabildiğini sanan insan!
Oysa bir baksa iç dünyasına!
Elde ettiklerine ve edemediklerine…
Sevdiklerine ve sevmediklerine…
Umurunda olan ve olmayan şeylere…
Olmasa da olur ve olmazsa olmaz dediklerine...
Ya da “asla onsuz olmaz!” dediklerine…
Seçeneklerinin neler olduğuna bir bakabilse…
Nelerden vazgeçebileceğine ve vazgeçemeyeceğine…
Ve farkında olmadan kendine taktığı kelepçelerine…
Bir kanadı kendi kolunda, diğeri vazgeçemediği her neyse ona kilitlenmiş bir kelepçe. Anahtarıysa kayıp.
Peki neydi o kelepçe, nereye bağlıydı?
“İşi” miydi?
Çok sevdiği, yıllarını verdiği, hayatını devam ettirmek için bir araçken artık hayat amacı olan, hatta hayattaki tek amacı olan işi...
Başarmak güzeldi. Peki sadece iş hayatında başarılı olmak yeter miydi?
Tüm başarıları bir işe, bir pozisyona mal etmek yeterli miydi?
Peki bu başarı mutlu edebilmiş miydi? Ailede, evde, sosyal çevrede…
Bu iş için neleri feda etmişti ve geriye kaç seçenek kalmıştı?
Peki neydi o kelepçe, nereye bağlıydı?
Hayatta başıma gelen en güzel şeysin dediği “sevgili” miydi?
Dünyanın en güzeli, en yakışıklısı!!!
Kimsenin kendisi kadar sevemeyeceği kişi?
Onsuz nefes alınamayan, kendisine yaşama sevinci veren, o yoksa her şey eksik olan, hayatın anlamı kaybolan kişi…
Peki o kişi gerçek miydi, yoksa bir yanılgıdan mı ibaretti?
Peki neydi o kelepçe, nereye bağlıydı?
“Evlat” mıydı?
Dünyanın en masum sevgisi…
İnsan tabi ki çocuğunu sever, sevmeli…
Ama bu çocuk diğerlerinden çok farklı, özel bir çocuktu…
O çocuk ki dünyanın nesli tükenmek üzereyken kendisine verilen bir mucize değil miydi?
Böylece dünyayı kurtaran kişi de o olmuştu.
O zaman sorumluluk da yetki de büyüktü…
O çocuğun her istediği yapılmalı, hiçbir şeyi eksik bırakılmamalı, kendi görmediği, yaşayamadığı ne varsa o yaşamalıydı.
Okulu, işi, çeyizi, düğünü, evi, yazlığı, her şeyi hazır edilmeli, hem de daha büyümeden…
Ve bu hayatta hiçbir şey onun kadar önemli olmamalı.
Peki amaç neydi? Büyütmek mi yetiştirmek miydi?
Peki sonuç neydi?
Ailesindeki imkanlardan vazgeçemeyen bir evlat ve evladının ilgisinden vazgeçemeyen bir ebeveyn.
Peki neydi o kelepçe, nereye bağlıydı?
Tek bir dal “sigara” mıydı?
İstenirse hemen bırakılabilen ama gerek görülmeyen!
Keyif veren!
Stresi alan!
Zihni açan!
Zor zamanlarda dost olan!
Sağlık için, maddiyat için, eş-dost hoşlanmadığı için, işyerinde yasak olduğu için defalarca bırakılmaya çalışılan, başarılı olamayınca da ‘bundan iyisi yok’ denilen…
Ve daha birçok anlam yüklenen bir yanılgı…
Peki neydi o kelepçeler, nerelere bağlıydılar?
Onsuz sofraya oturulmayan, olmazsa doyulmayacağı sanılan ekmek mi?
Olmazsa neyin tadı olur ki, her şeyin içinde var zaten denilen şeker mi?
Sabahları içmeden ayılanmayan kahve mi?
Köprü altında sarılıp uyunulan içki şişesi mi?
Uğur getirdiğine inanılan şans kolyesi mi?
Sadece renkleri değişmeyen futbol takımı mı?                    
Her alarm sesinde pencereye koşulan, borçla alınmış araba mı?
Hiç dışarı çıkma ihtiyacı duyulmayan, sürekli içi yenilenen havuzlu villa mı?
Veya daha fazlası mı?
Gerçekten neydi o kelepçeler ve nerelere bağlıydılar?
Daha da acısı, kaç taneydiler?
İnsan yaklaşmak istediği şeyi güzelleştirmeye çalışır. Bağımlı olunan şeyin olumsuz özelliklerini görmez, sadece iyi yanlarını hatırlar.
O iş olmazsa aç kalacağını zanneder, yanılır!
O sevgili olmazsa kimseyi sevemeyeceğini hatta yaşayamayacağını zanneder, yanılır!
Çocuğunun kendisi olmadan hiçbir şey yapamayacağını zanneder, yanılır!
Sigarası olmazsa hayatın duracağını zanneder, yanılır!
O ‘şey’ olmadan hayatın olmayacağını zanneder, yanılır!
Anahtarının nerde oldu bilinmeyen, üstelik merak da edilmeyen kelepçelerle dolar hayatı.
İnsanın hiç değişmeyen amacı; mutlu olmak… Her hamlesinde mutlu olmak ister insan, dününe göre daha mutlu olmak. Farkına varmadan da onu mutlu edecek isteklerini aşırılaştırmaya başlar. Hayatındaki diğer şeylere göre biraz daha keyif veren şeyi mutluluk zanneder bazen. Onu daha da artırmak isteyince kendine iyi gelen diğer seçenekler yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Ve tek seçenekli hale gelir insan. En büyük mutluluk da en büyük korku da artık aynı yerdedir. Vazgeçemeyeceği noktaya geldiği için artık o isteğine bağımlıdır. Bağımlı olduğu konudaki gerçeklerden de uzaktır.
Ve insan!
Hayatında bu kadar kelepçe varken, sadece dünyayı 360 derece görebiliyor diye kendini özgür sanan insan!
Her istediğini yapabilmenin asilik değil özgürlük olduğunu zanneden insan!
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki;
“Özgürlük, vazgeçebilme potansiyelidir.”
İnsan vazgeçebildiği her şeye sahip olabilir. Vazgeçemediği her şey ise insana sahip olur.
Mesele vazgeçebilir olduğu halde vazgeçmemektir ve bağlılık budur.
Fark etmeden kendimizi bağımlı yaptığımız, kelepçeler taktığımız şeyler olabilir hayatımızda.
Özgürleşebilmek için önce bunları fark etmek gerekir.
O istek, o bağımlılık tüm zamanlarda tüm insanlar için aynı şeyi mi ifade ediyor?
Cevap hayır ise orada yanılgısı var demektir.
Bu durumda başkalarının o konudaki alternatiflerini düşünmek gerekir. Sonra kendi alternatiflerini üretmek… Çünkü seçenekleri kadar özgürdür insan.
Ve yine sormak gerek…
Olmazsa ne olur?
Ve fark etmek gerek…
Kelepçenin anahtarı aslında diğer elinde...
Yani diğer seçenekte…





Yorumlar

  1. Hayatımızdaki her kelepçenin bir nedeni var. Seve seve bile isteye hayatımıza sokuyoruz tüm bağımlılıklarımızı... Sonra o kelepçeler sanki aksesuarmış istesek çıkarırmışız gibi kandırıyoruz kendimizi. Ne kolay insanın egosuna uygun olana bahane uydurması...

    İnsan yanılır ama yanıldığının farkında olmaz!

    Bu güzel yazı için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tek Olmak Yalnız Olmak Demek Değildir Oysa!

KADER AĞLARINI ÖRÜYOR...

GEÇİCİLİĞİN İÇİNDEKİ GERÇEK AMAÇ...