İnsan, kimin kendi isteklerini daha tatmin ettiğine bakar, O insanı yakını sanmak için... Ya ne istediğini bilmiyorsa o insan... Ya da istedikleri özüne zarar veriyorsa... İnsan kendine yakın bulduklarını arar sadece... Ya aradıkların gerçekten yakının değilse... Ya onların isteklerini tatmin ettiğin için yakınında iseler... İnsan diğer insanları arar, kendini yalnız hissettiğinde... Ta ki kalabalıkta da kendini yalnız hissedene kadar. Yalnızlık tek başına olmak değildir oysa! Ve yalnızlık değildir, bir kişi tarafından terk edilmek... Ve yalnızlık değildir, sevdiklerinin cenazesinde bulunmak... İnsan, terk edildiğinde değil, yakını öldüğünde değil, tek başına kaldığında değil... İnsan, ancak sana senden daha yakın olanı unuttuğunda yalnız olur. Sana ait her şeyi vereni, Ve sana ait olan her şeyi geri alacak olanı Unuttuğunda yalnız olur ancak. Çevrendeki her şeyden ve herkesten önce olanı, Ve çevrendeki her şey ve herkesten sonra olacak olanı,
İnsan bir seçim yaptığında sadece o şeyi seçtiğini zanneder. Oysa biz bir karar verdiğimizde o seçeceğin ilişkili olduğu her şeyi de seçiyoruz aslında... Bir seçim yaptığımızda bir ağ örgüsü seçiyoruz... Kendi ülkemizde yaşarken ve çalışırken, Yurt dışı çalışma teklifi geldiğinde... Sadece gelen teklife bakabiliyoruz. Teklif edilen pozisyona veya maaşa... Dar düşünebiliyoruz seçeneği değerlendirirken... O teklif edilen seçeneği durağan zannedebiliyoruz... Oysa o seçenek, Kendisiyle ilişkili birçok vaka ve insan ağı barındırıyor... Sağı, solu, önü, arkası var... O seçeneği kabul etmek onunla ilişkili olan tüm ağları kabul etmek demek, Aslında bir yaşantı seçiyoruz, Kader ağı seçiyoruz... Yurt dışında karşılaşacağımız insanları, Orada, iş yerinde yaşayacağımız zorlukları, Apartmanımızı, komşularımızı, alışveriş yapabileceğimiz mekanları, o ülkenin kültürünü, evliysek ve eşimizle gidiyorsak değişimden dolayı eşimizle yaşayacağımız olayları, çocuklarımızın ark
GEÇİCİLİĞİN İÇİNDEKİ GERÇEK AMAÇ... > Gündelik işlerin arasında nasıl da geçivermişti zaman… Yorgun yüzündeki çizgiler, ellerindeki nasır ve gözlerindeki hüzün zamanın görünen izleriydi. Peki ya görünmeyenler? Görünmeden geçen dakikalar, saatler, yıllar… Yani ömrün… Yani en büyük sermayen… Sana çok iyi değerlendir diye verilmiş ve hiç değerlendiremediğin o servet... Nasıl da geçivermişti değil mi? Acıyla bakar albümdeki soluk ve eski resimlerine insan. Ahh nasıl da geçivermişti gençlik, hem de hiç geçmeyecek zannederken… O yıllar neredeydi şimdi? Yürek yakan o şen kahkahaların, çapkın bakışların neredeydi? Hani çok güzeldin ya… Ya da çok yakışıklı… Hiç gitmeyecek gibi geliyordu ya güzellik, hani hiç değişmeyecek gibi… Ama değişmişti işte hem de çok… Her fotoğraf ve hatta vücudundaki her zerre bunu anlatıyordu. Görüyordun zamanın ve geçiciliğin sendeki izlerini, her ne kadar kabul etmesen de. Gelip geçivermişti ömür, bir bakışlık göz açıp kapama ya da tek nefeslik bi
Yorumlar
Yorum Gönder