Anne Ben Senin Sandığın Gibi Değilim…



Anne ben senin sandığın gibi değilim…

O gün çok kalabalık bir organizasyon vardı. Herkes gelenlere hizmet ediyor kimse birbirinin işine karışmıyordu. Askerlerini uğurlamaya gelmiş buluşma mekanı olarak oraya seçmişlerdi. Güzel bir topluluk vardı içerde. Esprili, neşeli ve sohbetli bir topluluktu. Küçük çocuklar da vardı ve ortalıkta ayak altında dolaşıyorlardı. Mekan 3 katlı eski bir konaktı. Ahşap merdivenli, biraz da servisi meşakkatli bir kafeydi. Garsonlar birbirleriyle kardeş gibi olmuşlardı. Mekan sahipleri bir anne ve oğluydu. O yüzden işletmeye girenler evlerine gelmiş gibi hissederlerdi. Hatta servisleri gecikince kalkıp kendi işlerini kendilerinin gördüğü bile olurdu.

O günlerde anne ile oğlunun arası biraz gergindi. Anne neden olduğunu anlayamıyordu ama bir türlü oğluyla iletişim kuramıyordu. İlişkilerinde bu kadar mutsuz oldukları bir dönem olmamıştı. Çok asabiydi oğlu. Herkese karşı sert tavırları ve asık suratı dikkat çekiyordu. İşe sabahları geç kalıyordu. Gece geç geldiği için sabah uyanamıyordu. Annesinin her söylediği ona batıyordu adeta. Sanki düşmanı gibi davranıyordu. 

Annesi ise oğluna o kadar düşkündü ki, işler bu raddeye gelmesine rağmen hala konuşarak meseleyi çözmeye çalışıyordu. Gençliğinin geçici sendromunu yaşıyor zannediyordu. Etrafındaki insanların ona söyledikleri gerçekleri duymuyordu. Gece geç gelmelerinin sebebini araştırmıyordu. Tüm işaretler ona, onun hiç yüzleşmek istemediği bir gerçeği gösteriyordu ama o bakmak istemiyordu. 

İz ve işaretler, okuyabilene çok şey anlatır. 


Uzun zamandır oğlu eve geç geliyordu. Kafeyi erken kapattıkları halde oğlunun arkadaşları tam kapatma zamanı çıkageliyorlardı. ‘’Biz arkadaşlarla kapatırız dükkanı’’ deyip anne ile çalışan ekibi yolluyordu evlerine ama kendisi gelmek bilmiyordu. Birkaç kez ‘’acaba alkol mü alıyorlar? ‘’diye merak etti ama dükkanda da bir iz bulamadı. Çünkü esas bakması gereken yere bakmıyor, problemi biraz uzakta arıyordu. Oğlunun arkadaşlarını suçluyor, ayrıldığı eşini suçluyor ama kendi davranışlarına bakmıyordu. Uyarılara rağmen, tüm iz ve işaretler kendisini göstermesine rağmen görmüyordu gerçeği. Görmediği için de tedbir alması gereken yerlerin farkında bile değildi. 


Gerçek insanın gözünün önündedir aslında. Hatta sesinde, nefesinde saklıdır da insan yüzleşmek istemez.
Dua ediyordu. ‘’Allah’ım oğlumla ilişkimi düzeltmem için bana yardım et ‘’’ diyordu fakat kendisini düzeltmek aklına gelmiyordu. 


O gün topluluktaki genç hanımlardan birisi minik ve şirin kız çocuğunu da yanında getirmişti. Maskot gibi dolaşıyordu ortalıkta. Sarışın, mavi gözlü, tombul yanaklı bıcırığın tekiydi. Bir de çok konuşkandı. Çocuğun annesi mekanın işletmecisi kadınla sohbet ederken, çocuk elinde yassı, küçük bir poşetle koşarak geldi. Elindekini annesine uzattı. Kadın da ne olduğuna bakmadan mekan sahibine uzattı. ‘’Bunu yerde bulmuş herhalde’’ diyerek verdi kadın. Yassı, küçük ve yeşil renkte bir poşet. 


Bu neydi? 

Kimindi?


Birkaç garsona gösterdi kadın ve gerçeği öğrendiğinde kafasından aşağıya kaynar su boşalmış gibi oldu. Elinde tuttuğu şey esrardı. Evet esrardı. Mekanında, merdivenlerin başında, o masum çocuk uyuşturucu bulmuştu. Eli ayağı boşaldı önce. Ne yapacağını bilemedi. Sonra kimseye bir şey söylemeden sakladı elindekini. Kalbi yerinden çıkacaktı. Kimden düşmüştü bu? Müşterilerden mi? Çalışanlardan mı? Yoksa birisi özellikle mi bırakmıştı? 


Geç olmaya başlayınca ve askerin uğurlama saati de gelince insanlar yavaş yavaş çıktılar mekandan. Kimse ne olduğunun farkında değildi. Fakat kadının içinde fırtınalar kopuyordu. Oğlu da çıkmıştı. Kendisi de birkaç elemanı ile tam kapatmak üzereyken kafenin kapısı hızla açıldı ve içeriye ‘’Çıktılar mı? Kaçırdım mı?’’ diye bir ses yayıldı. Kadın koşarak sese doğru geldiğinde gördüğü kişinin karşısında önce donakaldı. Öyle bir andı ki o an. Kadının bu hayattaki en güvendiği insan içeri girmişti. Baba gibi, abi gibi, kardeş gibi gördüğü insan karşısındaydı. İçi öyle dolu, kalbi o kadar acı içindeydi ki onu görünce ‘’Sizi bana Allah mı yolladı? ‘’diyerek düşünmeden boynuna sarıldı. Ağlamaya başladı. Gelen kişi ne olduğunu anlayamamıştı. Bir gariplik vardı, bir şeyin olduğu belliydi ama ne? 


Sonra konuşmaya başladı. ‘’Öyle süratli geldim ki uğurlamaya yetişeyim diye. Danışmanlığım vardı ve çok uzadı, saate baktım çok geç olmasına rağmen sırf kararımdan vazgeçmeyeyim diyerek yola çıktım. Yol boyunca da, bu kadar hızlı nereye gidiyorum acaba? diye güldüm kendime. Meğer gerçekten gelmem gerekiyormuş’’ dedi. Kadına sorular sordu.
-Kimler vardı?
-Saat kaçta gittiler? 


Onun biraz duyguları pasifleştikten sonra durumun ne olduğunu sordu. Kadın da elindekini uzattı ve ‘’ bunu buldu müşterinin kızı burada’’ dedi. Oğluyla olan ilişkisindeki mutsuzluğundan da bahsetti. Son dönemdeki hırçın davranışlarını ve kendi çaresizliğini anlattı. Nereye bakması gerektiğini bilemediğini söyledi. Bu konuda sadece ilk kez o insana bu kadar içini dökmüştü. Çünkü onun tarafsızca gerçeği, yalnızca gerçeği söyleyeceğine çok emindi.


İnsanların hayatında öyle anlar vardır. Aslında o anlar dönüm noktasına en yakın olduğu anlardır. Tüm gerçeklerin su üzerine çıktığı, sadece bakmam için birilerinin senin yüzünü o gerçeğe çevirdiği anlar... İşte o an insan bir seçim yapar. Ya o gerçeğe bakar ya da o gerçekten son kez göz çeker. Seni o gerçeğe döndürebilecek, vesile olacak kişiyi Allah yollamıştır. Seçim ise insanın kendisindedir. 
Ya toparlanırsın ya da ‘’ böyle gelmiş böyle gitsin’’ der vazgeçersin. 

İşte kadın ve oğlu için de o an öyle bir anmış aslında. İçindeyken göremediği, biraz zaman geçince çok net görebildiği o an, dönüm noktasıymış meğer. Kendisine soru sorulan adam gecenin bir vakti başladı anlatmaya.


’’ Bu ara sen ne yaptın bilmiyorum ama verilmiş sadakan kabul olmuş herhalde’’ dedi espriyle. ‘’ Bu elinde tuttuğunu masum bir çocuk bulup sana getirmiş. Getiren polis de olabilirdi. Tüm mekanı, ahşaplarını sökene kadar didik didik edip, çalışanları ve seni de sorguya alıp, mekanı da kapatabilirdi. Kimden düştü, nereden geldi onu bilmiyoruz ama şu küçücük parça sana çok şeyi işaret ediyor. Eğer bu işaretin seni götürdüğü izleri takip edersen çıkışın olur. Cesaret edemeyip net olamazsan çok büyük çöküş yaşayabilirsin’’ dedi. ‘’ Allah korusun’’ dedi kadın içinden ama sonra düşündü. Allah daha nereye kadar korusun? Korumuş koruyacağı kadar. Gerçeği gözüme sokmuş. Dua ile olur mu sadece? Kesinlikle kendisinin yapması gerekenler olduğunu o an anladı. Anlamanın ötesinde, tam manası ile kabul etti. ‘’Neyi göremiyorum? Ne yapmam gerekiyor?’’ dedi. 


Adam ‘’Neyi kaybetmeyi göze alamıyorsan oradan başla’’ diyerek devam etti.
Bu hayatta hiçbir şey bir anda olmaz. Her şeyin olmadan önce işareti gelir. Olduktan sonra ise izi kalır. Oğlunla ilişkindeki bu mutsuzluğunuz bir günde olmadı. Bu uyuşturucuyu kullanan belki de odur bunu bilemeyiz ama o değilse bile varacağı yer sana gösterilmiş olabilir. Belli ki sınırı aşan bir durum var. Ona karşı davranışlarını gözden geçir. Onun sana olan davranışlarından da göz çekme. Sen onu kaybetmekten o kadar korkmuşsun ki, ona ‘’hayır’’ kelimesini kullanamamışsın. Sınırlarını koruyamamış, her isteğine ‘’evet’’ demişsin. Ağzından hayır çıksa da, yapıp ettiklerinle ‘’Evet’’ cevabını vermişsin. Hiçbir söyleneni duymamış, uyarılara kulak asmamışsın. İz ve işaretleri takip etmemişsin. Böyle devam ederse bu iş nereye varır farkında mısın? ‘’
‘’Evet’’ dedi kadın.
‘’Çocuğumu kaybetmek üzereyim. Yapıp ettiklerimle onu rahatlık tuzağına düşürmüşüm. Mutlu edeceğim derken mutsuzluğun dibine vurdurmuşum. Mutluluğu dışarıda arar olmuş çocuk. Kendi hayatını kurabileceği gücü ondan almışım farkında olmadan. Ona iyiyi değil kötüyü sevdirmişim. Kimseyi dinlememişim. Benim oğlum yapmaz demişim. "Ne olacak ki? Tüm gençler gece dışarıdalar zaten" diye normalleştirmişim. Çocuğumdaki olumsuz işaretleri görmezden gelmişim. Çok bilmişim anlayacağınız. Şimdi de ne yapacağımı bilmez hale gelmişim.’’
Kabul etmişti kadın.
Kabul ettiği teslimiyetinden de belliydi. 


Kafasını kaldırdı. ‘’Peki buradan dönüş var mı? Dönebilir miyiz?’’ dedi. ‘’Eğer inanıyorsan dönebileceğine ve sabırla, cesaretle sadece gerçeğin izinden yürüyebilirsen, her yerden dönebilirsin’’ dedi.
Çok üzgündü ama mutluydu kadın. Bir tarafta kaygıları vardı ama ümidi daha fazlaydı. İlk defa böyle hissediyordu ve bu hissiyatının peşini bugüne kadar bırakmadı.
Huzur idi bunun adı.
Şimdi o kafe yok.
Askere gidenler de geri döndü.
Zaman da çok geçti üzerinden ama huzur devam ediyor.
Gerçeğin izinde yürüyen insanların varacağı yer huzurdan başka neresi olabilir ki? 


Sürdüğün iz gerçekse
İşaret ettiği yer huzurdur.

Mutlulukla ve gerçekle kalın.


Yorumlar

  1. Her şey ama her şey öncesinde işaretini verir. Ama insanoğlunun o işareti anlayabilecek gerçekliği yoksa anca olay gerçekleştikten ve izini bıraktıktan sonra her şeyin farkına varır. Ancak iş işten geçmiş olabilir. Bir insanın bu yasayı bilip hayatında uygulaması çok büyük bir konfor. Allah hepinizden razı olsun...

    YanıtlaSil
  2. Mutlulukla ve gerçekle kalabilelim diye, huzuru tadıp peşinden çok emin gidebilelim diye; bütün bunları öğrenmemize vesile olduğunuz için ALLAH razı olsun

    YanıtlaSil
  3. Öyle büyük bir konfor gibi insanın başına gelebilecek şeyleri tahmin edebilmesi, fal değil bu, bizzat olaylarla ilgili öngörü sahibi olmaktır.Bunu da Deneyimsel Tasarım Öğretisi eğitimleriyle öğrendim, meğerse karsilastigim ilişkiler, olaylar birer işaret taşırmış ve beni toparlamak için gelirmis. Çok teşekkürediyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tek Olmak Yalnız Olmak Demek Değildir Oysa!

KADER AĞLARINI ÖRÜYOR...

GEÇİCİLİĞİN İÇİNDEKİ GERÇEK AMAÇ...